19 Haziran 2018 Salı

Memleketimde gizemli bir müze?


Türkiye'nin en güzel şehri bir Çankırılı bile olsan genelde Çankırı değildir. Bir şehrin albenisini arttıran bazen barlar sokağı kimi zamanda bin bir türlü insanıdır. Güzelim şehrimde ne barlar sokağı ne anlayıştan gözleri parlayan tonton insanlar var. Bura bozkırın ortası Kızılırmak kenarı, Devrez Çayıda akar boylu boyunca. Anlayacağınız bura İzmir'den, İstanbul'dan hatta Antalya'dan oldukça fazla deniz kenarıdır. Tam da bilinmez Karadeniz mi içanadolu mu, vardır ya hani aramızda memleket esprisi Bermuda Şeytan üçgeni ÇANKIRI-ÇORUM-YOZGAT!

Bir Çankırılı olarak kötü anlatmaya başladığım memleketim 1999'dan beri beni kendine bağlamayı hakkını vererek başarmıştır. İzmir'de yaşadığımız sekiz yılın çoğunda -belki de ayıplanmamak için söyleyemediğim her yıl- Çankırı'ya koşar gelirdim şu üç aylık deniz, kum, güneşli yaz tatillerinde. Yılın büyük bir kısmında bu üçlü  yanıbaşında olunca insan ailesini; teyzeli anneanneli kaşları çatık yüreği pamuk dedeli ailesini özlüyor. Bu özlemle on sekiz yaşıma ayak bastım.
Şehrim düşünüldüğünde medeniyetin göbeği olmuş; 2016 yılında bunu tüm güzelliği ile sergilediler. 116 parçalı toplama eserle 1972 yılında kurulan Çankırı Müzesi, 2016 yılının temmuz ayında restorasyonu biten (eski) Adalet Sarayına taşındı. Müze dijital ekranlar ile sunuyor tüm buluntuları eee bu da sınırlı sayıdaki ziyaretçisinin ilgisini çekiyor.

 Çankırım paleolitik dönemlerden günümüze kadar ufalana büyüye gelmiş 186.000lik nüfusa ulaşmıştır. Hitit devletinin dört bir yanını sardığı Çankırı, Büyük İskender'in Anadolu'yu fethetmesi ile Perslerin elinden kurtulmuş 1071 Malazgirt Zaferi'nden kısa bir süre sonra Süleyman Şah'ın emirlerinden biri olan Karatekin Bey'in önderliği ile Türk topraklarına katılmış ve memleketim olmuştur. Taa o yıllardan unutulmamış yüz ölçümü yüreğinden küçük bu şehir.

Demem o ki havasına, suyuna, müzesine bin can feda bir tek Çankırılı dostuma. Ezile yana içim BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM.


13 Haziran 2018 Çarşamba

Biz nasıl büyüdük aniden?


Habersizce her şeyden ayan bir gün daha...
Herkes için doğacağına emin olduğumuz güneş yer yer göstermemiş yüzünü. Gene habersiziz.

Galata semalarında salınırken akşamüstü; ılık ve aydınlık hava eşlik ediyordu. Sanki esintinin uğultusunda saklı bir feryat hatta bir ağıt duyuramıyordu kendini. 
Telefon, 
ardından ölüm,
donduk.
Gün bitti.
Galata semaları geri döndürdü yolumuzdan, akşamüstü hiç olmadığı kadar zifir, ılık değil esinti öfkesini bizden çıkarır gibi. Anlayamıyoruz, bu denli yabancı olduğumuz bir kelime neler yapıyor bize. 
     Böyle haberler verilmezdi çocuklara, ölüm aramazdı onları. Biz yalnızca üç ekmek bir de süt almak için açardık telefonları. Yanılmıştık, büyüdük.
Biz nasıl mı büyüdük?
Ölümü bir evde otururken gördük önce sonra buzdan beter soğuk sesler duyduk telefonlarda, akamadı hiçbir gözyaşı kor oldu yüreğin ateşiyle belki seline karıştı. Boğazımızda o yumruyu hissettiğimiz ilk anda biz büyüdük; eve üç ekmek bir de acı haber götürdük o gün.

Çocuk babasının yaşında şimdi, bizlerse birer soluk etrafında. Çocuk kalamazmış hiçbir beden, ufak da olsa yüreğimiz acıdan, belki öfkeden ama belli ki çaresizlikten sığamazmış göğüsümüze.
Şimdi çalan telefonlardan korkmak yerine mutlulukla karartıyoruz günleri, kırmıyoruz hiçbir kalbi ve koparmıyoruz dalında güzel hiçbir çiçeği.
                                                                      
                           "Ölüm! Kaçınılmaz sonuç, o soğuk kelime."

8 Haziran 2018 Cuma

Kalemi elime nasıl aldım?


Her şey 2008 yılında geniş ailemin tek çocuğu oluşumun bitmesi ile başladı. Teyzemin; işin aslı annelerimden birinin başka bir çocuğu olacağını öğrendim. O günler için başka diyordum çünkü bu hayat, yakinen şahit olduğum benim hayatım bana birçok anne sevgisi tattırdı. Bambaşkaydı her biri.

Paylaşmak bana en uzak eylem oldu, sevemedim bir türlü. Anlatamadım istemeyişimi, korkularımı,  üzerimdeki kolaçan edici gölgelerin başka bedene yayılışını kabul edemedim. Yıllarca boşuna öğrenmemişim kalemin, kağıdın, saman sayfaların değerini.
En masum satırlarla başladım, iyi kötü değildi satırlarım yalnızca dökülüyordu kalemimden.

Bembeyaz sayfalar göz kırptıkça cazibesi arttı suskunluğun, dilimle değil kalemimle konuşmanın. Ne sakladım sayfalarımı ne de önlerine sundum.
Şimdi buradayım, bir ayna misali başımdan geçen her olayın, karşıma geçen her insanın istendiği gibi yansımasıyım benliğime.

Bu elma yanaklı kız kim mi?
Hani şu teyzemi paylaşamadığım annelerime ilk ortak yazılarıma ilk sebep olan dünya tatlısı kuzenim Ecrin. Şu an onu sevmek kelimesine sığdırmaya utandığım zamanlara geldik. Uzaktan kimi zaman telefonların ucundan birlikte büyüdük. Büyüdükçe yeni ortaklar geldi hayatımıza.
İyi ki geldin al yanağım, iyi ki yazdırdın o alıngan satırları.